Tour de France, kent kültürü, bisiklet ve tüketim üzerine düşünceler
Bu yazı ilk kez 3 Temmuz 2014 tarihinde yazılıp yayınlanmıştır. Güncelliğini koruduğu için yeniden yayımlamakta herhangi bir sakınca görmedim. Keyifli okumalar.
Dünyanın en büyük spor organizasyonu le Tour de France (evet futbol değil bisiklet) başlamasına son iki gün kala yayınlanan tanıtım görseline fon güzelliği yapan Paris’e bakıyorum da kentsel dönüşüm nedir bilmiyor anlaşılan Fransız politikacı ve yerel yöneticiler.
Yazık! Oysa tek tip binalar “vesayetindeki” Paris sokakları çok sıkıcı, dümdüz ve heyecansız. Üstelik alışveriş merkezlerinin yokluğu güçlü ekonominin, tüketimin bolluğu üzerinden adaletli gelir paylaşımı ve tam istihdamın Fransa’da olmadığının kanıtı. Elle tutulur bir tek Fransa Bisiklet Turları var o kadar!
İroni bir yana. Kentin tarihi ve belleği dokusuyla birlikte korunarak bugüne ulaştırılmıș. Sahip oldukları makamları günübirlik Çılgın Procelerle işgal etmeyip geleceği ödünç aldıkları çocuklarına yaşanılası ve de dokusu bozulmamıș bir kent bırakmak için kullanan, çalışan vizyon sahibi politikacı ve yerel yöneticilere sahip oldukları için Fransa halkı çok şanslı. Her şeyin iyi olduğu, adaletin hüküm sürdüğünü söylemiyorum ve bilemem de, ancak ulusun ortak yaşam alanı kent ve merkezlerinin geçmişten bugüne ve geleceğe belleği, kimliği, tarihsel dokusuyla birlikte korunarak taşınması bir görevdir, sorumluluktur.
Bugün yaşadığımız kent İstanbul’a baktığımızda gördüğümüz şey yağma ve talan, çıkar ve kefene cep dikmek uğruna…
Bu kentin, bu ülkenin sahte zenginliklerinin gölgesinde bisiklet sürerek bir şeyleri değiştirme çabasında olan bizlere çok görev düşüyor. Tamam, yaşadığımız kentin ne tarihini, ne kimliğini ne de dokusunu koruyabildik. Kim hatırlıyor yeni yükselen bir alışveriş merkezinin yerinde eskiden yazlık bir sinema, öğrenci – öğretmen destekleyen bir kitapevi veya kurutulmuş bir çeşmenin olduğunu? Bunlara rağmen bir şeyler yapmak mümkün.
Hızlı yaşa, hızla ye ve durmadan gazla alt metniyle hayatımıza alışılmadık bir hareket, acelecilik kazandıran tüketim çılgınlığı ve yeniyi eskitmeden yine yenisini, en yenisini, yepisyenisini almanızı bilinç altımıza yerleştiren reklamların somutlaștığı alışveriş merkezleri insana bir duygu kazandırıyor: tahammülsüzlük.
Trafikte yavaş mı gidiyorsun, acele et! Yoksa taciz edilirsin! Gözlerin yazıyı mı seçemedi bankamatikte, acele et! Sıkıştırılıp, taciz edilirsin! Kasaya dolu sepetle gelip kuyruk mu olușturdun, acele et! Az al, hızlı tüket!
Bu kadar hızlı tüketmek, hızlı hareket etmek, hızla akan trafik, hızla yükselen ve göğü delen inşaatlar, birer ikişer, üçer beşer açılan alışveriş merkezleri… Hepsi karbon salınımını 100 yıl öncesinden kat kat arttırdı. Evet, hızlı ve hazsız sürekli tüketmek sonumuzu da hızla getiriyor, yok ediyor.
Gelelim biz, bisikletlilere. Tabii bu kadar hızla hareket edilen bir çevrede ortalamanın da altında hareket eden bisikletlilere tahammül etmek çok zor. Ancak biz, hiç olmazsa kendi küçük sosyal çevremizde karbon salınımını azalan güzel bir eylem yapıp bunu söylemlerimizle de pekiştiriyoruz: bisiklet sürüyoruz. En çevreci icat! Tabii üretim süreçleri de her şeyin kendi çelişkisini içinde barındırır ilkesi gereği taş gibi ortada duruyor. Bu başka bir yazının konusu.
Bir fotoğraftan başlayıp, kent tarihi, dokusu ve kültürüne, yozlașmıș yerel yönetici ve genelinde politikacılara, tüketim çılgınlığı ve somut varlığı alışveriş merkezlerine ve oradan da çevre kirliliğine, insan psikolojisine, çevreci bisiklete dek uzandık. Bir akıl karışıklığı değil bu gerçek, görmek istemediğimiz zararlı gerçek.
Bu yazıda haydi bunları yapabiliriz gibi maddeler yok! Onları siz kendiniz zaten biliyorsunuz ve söylemlerinizi eyleme geçirmek için pedal hızıyla harekete geçmemek için hiçbir engeliniz yok. Siz, zaten pedallayarak ilk eylemi yapıyorsunuz!