Otomobilsiz şehirlerde yaşamak mümkün mü?
“Dünyanın en büyük otomobil üreticilerine ev sahipliği yapan Almanya, 2034 yılına kadar trafikteki araç sayısını sıfıra indirmenin yollarını arıyor. Almanya’nın en büyük ikinci kenti Hamburg, Yeşil Ağ Planı adıyla toplu taşımayı artıracak, yayalar ve bisikletlilere için daha fazla alan verecek yeni bir plan üzerine çalışıyor. Planın en çok dikkat çeken kısmıysa şehir merkezinde gelecek yirmi yılda otomobil kullanımını yasaklamak. Guardian gazetesine konuşan Hamburg şehri sözcüsü Angelika Fritsch, “Önümüzdeki 10-15 yıl içinde şehri keyfinize göre bisiklet sürerek ya da yürüyerek gezebileceksiniz” dedi. ”
Devamı için: http://www.cnbce.com/haberler/otomotiv/hamburg-da-otomobil-kullanilmayacak
Değil Almanya birçok Avrupa kentinde otomobilsiz kent ve yaşamlar tasarlanıyor; nedeni basit: Kent kültürünü geliştirip otomobil kirliliğinden arındırmak ve de sürdürülebilir çevre ve yaşamı iyileştirmek. Hali hazırda uzun yıllardır planladıkları sürdürülebilir yaşamları zaten iyi ve bunu daha da iyi yapmanın mutlu insanlardan geçtiğinin bilincindeler. Bu yüzden otomobilsiz yaşam diyorlar ve destekleyici pozitif ayrımcı yasalar koyup uyguluyorlar. Avrupalı ile Doğulunun farkı burada: Biri geleceği planlar ve kendisini toplumun bir parçası gibi görürken öteki günü kurtarır ve toplumun sahibi olarak görür kendisini. Doğunun geri kalmışlığının temel nedeni de bu değil midir?
Bugün Avrupa kentleri otomobilsiz kentler ve yaşam kararı alırken biz hâlâ “kapıcı bile bugün bizim iktidarımız sayesinde otomobil alabiliyor” diyen politikacılara sahibiz. Toplu taşımacılık arabasız insanlara hitap ederken her gün yenisine yenileri eklenen otoyollar ise insan değil otomobil taşıyor ve büyüklü küçüklü yerleşim birimleri trafik ve yarattığı karmaşadan etkileniyor, gittikçe kirleniyor, hem çevresel hem de bedensel.
İngilterede evinizden çıkar çıkmaz koşmaya, bisiklete binmeye başlarken 2020 Yaz Olimpiyatlarına aday olan “metropolis” kentimiz İstanbulda bisiklet ya da koşu sporunu yapabilmek için otomobil sahibi olmanız neredeyse şart: Evinizden çıkıp sahile ineceksiniz ve sporunuzu yapacaksınız. Ülkemiz spou sadece parayla halı saha maçı yapmakla eş tutan bir zihniyete sahip ve kökü bir hayli derinde.
Uzun uğraşlar, baskı ve girişimler neticesinde yapımına başlayan İstanbul Bağdat Caddesi bisiklet yolu açıldıktan bir gün sonra otomobillerin park edememesi gerçeği ama sürüş güvenliğinin tehlikede olduğu yalan gerekçesiyle ortadan kaldırılan bir yerel yönetime sahibiz. Elimizdeki tek gerçek yazın mangalcılar, kışın dalgaların romantikliğinde el ele dolaşan gençlerin istilasındaki yaklaşık 100 km bile tutmayan sahil bisiklet yolu ki bir kısmı da otopark belleyen cahil sürücülü otomobillerin işgalinde.
İstanbul, Ankara, İzmir ve ülkemiz hazır değiliz otomobilsiz kent merkezlerine ve de sporu bir yaşam, bir kültür haline getirmiş kentlere.
Son olarak 2007 yılında yazdığım bir yazımı buraya ekliyorum, günceli yakaladığı için:
Yürüme Özgürlüğü Kısıtlanabilir mi? / 23 Ocak 2007
Dün bir bankanın araba kredisi hizmetinin reklam metni gözüme takıldı. Aynen aktarıyorum: Resim içinde bir araba farı ve ‘yürüyüşe sadece spor olarak yapın.’
Kapitalizm özde sermayenin karını gözetirken, görünmeyeni maskelemek için bireyi öne çıkartır. Birey ise tüketim deryasında kendi bütçesine göre ürün/hizmetlerden birini alıp kendince mutlu olur.
Daha önceki yazılarımda gelişen teknolojinin (hoyratça kullanıldığı takdirde) insanlığı sosyal ve kültürel yaşamın dışına ittiğine değinmiştim. Bahsettiğim reklam yazısını okuduğumda, yazdıklarım aklıma gelmedi değil.
Bugün İstanbulda yürüyerek 20 dakikada alınacak bir yolun, yoğun trafik nedeniyle 20-30 dakikada arabayla; hatta bir Kadıköy yolunun bile bir saatte alındığını bilmeyenimiz yok gibi. Nedeni ise gayet basit: Yıllardır satılan ve milyonlarca (milyarlarca) satış yetmemiş olacak ki, satışı hala özendirilen otomobil pazarı; buna bağlı olarak da kötü şehir planlamacılığı. Yalnız bu pazar toplu taşımacılık için değil, bireysel taşıtlar için geçerli. Malum merkezde birey var! Her aile ferdine bir araba düşen Amerikan filmleriyle büyüyüp öykünen halkımız toplumsal yaşamı felce uğrattı adeta. O toplumsal yaşam ki, bireylerin özgürce hareket etmesiyle oluşur; otomobillerle değil. Bildiğimiz gibi artan trafik sorunu insanların psikolojisini de bozmakta. Asıl psikolojiyi bozan ise tüketim toplumunun yüceltilmesi.
Gelecekte yürümek -bir yerden bir yere- trafik sıkışıklığı ve düzensiz şehir planlamacılığından olsa gerek bir zorunluluk olacaktır. Bu bir bakıma sevindiricidir. Çünkü kapitalizmin unutturduğu en büyük sosyal faaliyet, yine kapitalizmin akıl dışı olmasını dışa vurarak tekrar hatırlanacak gibi.
Yaşasın yürüme özgürlüğümüz!
Şimdilerde de mantar gibi biten kentsel dönüşüm nedeniyle yok edilen kaldırım ve çamur deryası ve bozulan yollarımızdan yürüyecek yer de bulamıyoruz maalesef…