Sele üstü yaşamın kazandırdıkları
Bisikletsiz bir gün yine, ne kadar garip hissediyorum bir bilseniz. Yaya olmaya bir türlü alışamadım, işin garibi yürümeyi unutmuşum sanki, sakar sakar yürüyorum yolda. Sele üstü yaşam böyle bir deneyim sunuyor insana.
Mesafeleri iki teker hızında kısaltınca bir zaman bolluğu yaşıyorum. Trafiksizlik bu olsa gerek koca bir keşmekeş İstanbulda. Modern zamanların insanının en büyük sıkıntısı da bu değil mi? Zamansızlık. Hep duyduğumuz bir yakınma: zamanım yok. Zaman var ama trafik öyle bir yutan eleman ki, yutmak ne kelime yok ediyor zamanı. Tıpkı eve bir şekilde erken gelince işten yorgun argın daha sofraya oturmadan saatin 21 olması gibi. İki teker trafiksizliği mesafeyi de zamanı da kolaylıkla büküyor, tamam bir solucan deliği değil ama kısaltıyor. Yaya mısın İstanbulda? Otobüs bekle, vapuru yakala, metroya in, metrobüse sıkış tıkış doluş ve hiçbirini kaçırma, acele et… Kendi araban mı var? Trafik kurallarını kendin yaz, orman kanunları geçerli bu şehirde! Köprü trafiğine girip sinir harbi yașa. Yağmur yağdığı an kilitlenmeye hazır ol. Bayram trafiğini saymıyorum bile. Ne koşulda olursan ol, yaya ya da arabayla, acele etmene karşın hep geç kalacaksın, bunu sakın unutma!
Tamam, orman kanunu geçerli dedik trafikte ve bir bisikletli olarak bu kanunsuzluk doğrudan etkiliyor bizi. Bu yüzden trafiğin altın kuralını her zaman tut aklında: sen dahil karşındaki herkes acemi. Yayalara, trafik ışıklarına, yaya geçitlerine, toplu taşıma araçlarına ve duraklara, kafasına göre yolcu indirip alan minibüs – dolmuş – taksilerin tümüne dikkat ederek sürmek her ne kadar zor gelse de üç beş sürüş sonrası bunları benimsiyor bisikletli. Oyunu kuralına göre oynamaya başlıyor. Kısacası boğazın üzerinde uçan ama suya değmeyen martı gibi kanat çırp bir yakadan diğerine.
Zamansızlık, trafiksizlik derken İstanbulda bisiklete binmek 101 dersi vermişim. Zaman bolluğu dediysem öyle ahım şahım değil 1 saat ve üzeri. Ancak bu bile yeterli değil mi? Hem daha da önemlisi bu fazla zamanı nasıl kullanacağımı da biliyorum, öyle boş yere bilgisayar başında – telefon elde o sosyal ağ senin, bu 140 karakter benim, şu komik kedili video tekerimin gezinmiyorum. Okumak güzel bir erdem, sonra şanslı biri olarak annem ve babam hâlâ hayatta ve onlarla konuşuyorum, yemek biter bitmez odaya çekilmiyorum, tamam boktan Türk Dizileri eşliğinde oturuyoruz, ki işitme problemim burada hayat kurtarıyor, saçma dizileri duymuyorum bile, çay içmek de çok güzel bir erdem sevdiklerimle, sevdiğimle ve okumanın – yazmanın yanında çok iyi gidiyor.
Birinci elden tavsiye… Şimdi olağan soğuk algınlığı rahatsızlığımın geçmesini bekliyorum. Yeter artık sezon açılsın!
Bu sene soğuk ve kar bisiklete binmemizi engelledi resmen. Bilemedim belki de bahanesi oldu az sürmemin. Ama net olan birşey var ki baharda bisiklet sürmeyi çok özledim.
Bu sene ciddi anlamda kış yaşadık. Dediklerinde haklısın Onur, sezon bir türlü açılmadı. Açılsa da biz tam hazı olamadık, hastalık, sakatlık derken zaman geçti ama geçen zaman da hava kötüydü, iyi mi oldu şimdi?
Mekana uğradığımda “O kadar yazıyoruz, okusana” dediğinde kafa koymuştum eve gelip okumayı. Sayfanın aşağı yukarı tüm yazılarını okudum. Her şeyden evvel seni tebrik ediyorum Mahsus. Bisikletle ilgili ne kadar çok samimi bir şeyler ortaya çıkarsa, bisikletin de sürenlerin de o dozda samimi olacağına inancım var. Sayfada en çok bu yazıyı beğendim ama bölüm olarak favorim “Bence Bisiklet” bölümü oldu. Daim olsun.
Teşekkür ederim Erdem. Senin de bisiklet deneyimini bekliyorum.